-Flaşı kullanmanıza gerek yok.
Patlayan flaştan kamaşan gözlerimi kısarak karanlığa doğru bakıyorum.
-Pardon?
Yaşlı bir kadın bize doğru geliyor.
-Bu uzaklıktan flaş kullanmanıza gerek yok. Flaş 20-30 metreyi aydınlatır. Oysa sen daha uzakta duruyorsun.
Gülümsüyorum.
-Ah evet. Biz profesyonel değiliz. Amatörce çekiyoruz, kendi başımıza. Zaten kamera da benim değil.
İyice yaklaşıyor. Fotoğraf makinesinin flaşını kapatıp, çekim modunu manuele alıyor.
-Böyle çekmeniz gerekiyor.
Gülümsüyorum.
-Teşekkür ederiz.
-Nerelisiniz?
-Türkiye.
Sade bir şaşkınlık beliriyor yüzünde.
-Mmm…
-Siz? Sanırım Norveçlisiniz.
Ne elinde eldiven var, ne de kafasında bere. Kırmızı montunun önü de açık. İri ve diri vücudunu sallayarak onaylıyor.
-Evet. Norveçliyim.
-Tahmin etmiştim, benim turist olduğum kat kat giyinmemden hemen anlaşılıyor değil mi?
Gülümsüyor.
-İsminiz nedir?
-Elin.
-Elin mi?
-Evet Elin.
-Aaa benim de Elif. “f” ile.
Gülümsüyor.
-Nerede kalıyorsunuz?
-Şu ilerideki otelde.
-Bugün ne yapacaksınız? Bir planınız var mı?
-Hayır, buralarda dolanacağız.
-İsterseniz, evden birkaç şey almam gerekiyor, daha sonra arabam ile merkezin dışına çıkabiliriz kuzey ışıklarını görmek için. Bilmiyorum görebildiniz mi?
– Evet, safariye katıldık ve gördük. Ama gerçekten bunu yapar mısınız?
Bir sıcak Akdeniz meltemi gibi coşku ile çıkıyor dudaklarımdan sözcükler. Öyle şaşırıyorum. Sade bir onayla karşılık veriyor.
-Tabi.
O kadar seviniyorum ki, hemen yürümeye başlıyoruz, ağzım kulaklarımda. Adımlarını sağlam ve ağır atıyor Elin. İlk önce postaneye sonra bankaya uğruyoruz. İçeridekiler gülümseyerek sohbet ediyor Elin ile. Bizden bahsediyor ikisine de.
-Türkiye’den geldiler, onlarla kuzey ışıklarını görmeye gideceğiz.
Akıcı ve mükemmel bir İngilizce ile anlatıyor bu kısımları. Gülümsüyorlar bize. O sırada Elin, masanın üzerindeki, Spare Bank yazan fosforlu uzun bir şeridi eline alıyor.
-Bu ne biliyor musunuz?
-Hayır?
Şeridi hafifçe koluma vuruyor. Şerit katlanıp kolumu sarıyor. Işık vurunca anlıyorum ki, bu şerit karanlıkta sürücülerin bizi görmesini sağlıyor.
-Aaa! Trafik! diyebiliyorum.
Görevli gülümsüyor.
-Evet. En ucuz, hatta bedava hayat sigortası.
Gülümsüyoruz. Elin birkaç tane daha alıp bize veriyor.
-Bunlardan bacaklarınıza da takmalısınız. Buralar çok karanlık. Böylesi daha güvenli.
Gülümsüyoruz. Veda ediyoruz görevlilere.
Binanın yanındaki ufak ve çok eski olduğunu düşündüğüm bir arabaya biniyoruz. Kontağı çevirdiği gibi hareket ediyoruz, bu soğukta. Şaşırıyorum. Yavaş yavaş ilerliyoruz.
-Etrafı dolaştırdılar mı size?
-Hayır, biz kendimiz yürüyebildiğimiz kadar yürüdük.
-Tamam o zaman kısa bir tur yapalım.
Üniversiteyi, müzeleri, kiliseyi gösteriyor. Sonra evine gidiyoruz.
-Arkada eşyalarım var. Bana yardım eder misin?
-Tabi.
Bagajdan paketlerini alıp kulübeye gidiyoruz. Paketleri bırakıp, içeriden çiçek demetleri ve başka paketler alıyor.
-Bir arkadaşım var. Beyninde bir problem oluştu ve sol yanı kötürüm kaldı. Bunları ona götüreceğim, birkaç çiçek ve hediye. Uğramamızda sakınca var mı?
-Hayır, yok tabi ki.
Nerede çıktın karşımıza Elin? Ne tatlısın Elin.
Arkadaşının evine gidiyoruz. Paketleri bırakıp geliyor.
-Çok mutlu oldu. Yalnız yaşıyor ve böyle şeyler onu mutlu ediyor.
Gülümsüyorum.
Şehrin merkezine doğru hareket ediyoruz. Mesleğimi soruyor.
-Yazılım mühendisi.
-Pardon?
-Eeee..Bilgisayar mühendisi.
-Mmm..güzel.
Merkezin ışıklarını iyice geride bıraktığımızda, safarideki gibi sadece arabanın farları yolu aydınlatıyor. Zaman sonra birden duruyor, farları söndürüyor.
-Bak, işte geliyor.
Gökyüzüne bakıyoruz. Karanlığın içinden bir gelin gibi süzüle süzüle yeşil bir ışık beliriyor. Akdeniz meltemi yine esiyor ve çığlık atıyorum.
-Hadi, çek onu.
Heyecandan kafam iyice karışıyor. Ben makineyi ayarlayana kadar ışık geldiği gibi birden yok oluyor.
-Ah, kaçırdın. Olsun devam edelim. Kuzey ışıklarını yakalamak için bir araban ve yanında sıcak çikolatan olması gerekiyor. Devamlı hareket ediyorlar ve dışarısı çok soğuk.
Gülümsüyoruz. Mutluluktan o kadar sarhoşum ki, çekemediğime üzülmek aklıma gelmiyor. Biraz daha gidiyoruz. Yine durduruyor arabayı.
-Bak şimdi şuradan gelecek. Hadi hazırlan.
Karanlığın içinden yine yeşil bir peri, dans ederek süzülüyor gökyüzünde. Ama ne dans! Sanki bizimle oyun oynuyor! Gözlerim bu dilberi yakalamaya çalışırken, Elin tekrar ediyor.
-Hadi dışarı çık, çek onu.
Sıcacık arabanın kapısını açıp, aşk ile dışarı atıveriyorum kendimi. Bir de o aşkla eldivenleri çıkarıp kamerayı açmaya çalışıyorum ki, lens kapağını açıp, modu ayarlamadan ellerim donuyor. Gözlerim de sızıdan doluyor. Makineyi boynuma asıp, bir süre izliyorum dans eden periyi. Gökyüzünde birkaç yıldız göz kırpıyor bana. İstese ellerimi verebilirim bu güzelliğe, o kadar… Fakat bileklerimden aşağısı ağırlaşmaya başlayınca arabaya giriyorum sızlanarak.
-Elin, ellerim.
-Ahh… üşüdü mü? Bizler ellerimizi kullanabilelim diye ince yün eldivenler giyeriz. Böylelikle fotoğraf çekmek istediğinde bu kaba kar eldivenleri ile olduğu gibi zorlanmazsın.
Klimanın sıcağı ile iyice sızlayan ellerimi ovarken bir yandan da camdan son valsına dönen periyi izliyorum. Ve o da gidiyor.
-İyi misin?
-Aaahh evet, ellerim. Çok üşüdü.
-Şimdi iyi olur.
Son valsa dönen peri geri geliyor ve birkaç yola ayrılıp çoğalıyor. Aklıma telefonuma yüklediğim uygulama geliyor. Donan parmaklarım ile uygulamayı açmayı başarıyorum. Ve birkaç fotoğraf çekiyorum.
-Bak. Iphone ile becerebildim.
Gülümsüyor.
-Mmmm…bu nedir? Benimki de Iphone ama ben çekemiyorum. Nasıl yaptın?
Tekrar çekiyorum göstererek.
-Bana da yükler misin?
Gülümsüyorum.
-Tabi. Biliyorsun, bilgisayar mühendisiyim.
Gülümsüyor. Onun telefonuna da yüklüyoruz. Yola devam ediyoruz. Husky çiftliğine de uğrayıp merkeze geri dönüyoruz. Bizi indirdiği yerde bırakıyor. Vedalaşırken ona sarılmak istiyorum ama sadece tokalaşıyoruz.
Araba yavaş yavaş uzaklaşırken, yüzümde tebessüm onu izliyorum ki kafam üşüyor. Şapkamı arabada unuttuğumu anlıyorum. Mutluluktan o kadar sarhoşum ki, buna da üzülmüyorum. Otele gelip üzerimizi değiştiriyoruz. Biraz sonra telefonuma bir mesaj geliyor:
Sevgili Elif merhaba,
Resepsiyonda bir şapkan var. Yaşlı bir hanımefendi senin olduğunu söyleyerek bıraktı.
Svalbard Hotel Resepsiyonu
Not: Bu hikayeyi her biri gurbette bir kuş olan Özdoğan kardeşlere ithaf ediyorum. 💐
Svalbard Gezi Notları için : http://yoldakikus.com/gezi-notlari/avrupa/norvec/svalbard-gezi-notlari/
Oslo Gezi Notları için : http://yoldakikus.com/gezi-notlari/avrupa/norvec/oslo-gezi-notlari/