– Bu sokak sana nereyi hatırlattı?
– Bilmem.
– (Gülümsüyor)
– Biz herşeyi San Francisco’ya mı benzetiyoruz?
– Sen benzetiyorsun.
– (Gülümsüyorum)
Dümdüz uzanıp giden sokağa bakıyorum tekrar. Tıpkı San Francisco’daki gibi, taaa en ucu görünüyor, iki kenarında sıralı ağaçlar ve sağlı sollu nizami park edilmiş birkaç araba… Yolda yürümeye devam ederken, aklıma Cenk Sönmezsoy’un bloğunda okuduğum satırlar geliyor. Kendisi uzun yıllar San Francisco’da kalmış. İstanbul’a döndükten sonra sürekli Google Maps üzerinden sokaklarında geziniyormuş. Biz orada sadece 12 gün geçirdik ve döneli 6 ay olmak üzere. Lakin nasıl bir yer etmişse hatıralarımda, kalbimde; ben de kendimi sürekli haritalar üzerinden, San Francisco sokaklarında yürürken buluyorum. “Acaba orada hava nasıldır?”, diye merak edip, hava durumunu kontrol ediyorum. Saate baktığımda, bir de oranın saatine gidiyor aklım; burada sabah ise, orada akşam. Gittiğim başka yerlerde ne zaman sis görsem, “aynı San Francisco’daki gibi” diyorum. Bizim mahallenin sokaklarında yürürken, hep San Francisco’nun birbirine paralel, muntazam sokakları canlanıyor gözümde.
“Tabi orası yokuşlu, burada yokuş yok.” diye düzeltiyor sonra içimdeki ses. “Orada sürücüler yayalara çok saygılılar. Orada hava çok temiz. Oranın evleri çok güzel. Orada insanları çok güleryüzlü….” diye devam ediyor sonra. Tanıdık bir arkadaşla karşılaştığınızı zannedip, yüzünü döndüğünde o olmadığını anladığınızda, hani heyecanınız hezeyana döner ya; öyle bir burukluk kaplıyor içimi. Yine de o “arkadaş” ile tanışmış olmanın mutluluğu yayılıyor içime.
Dalgınlıkla yolun karşısına geçerken, hızla yaklaşan bir arabadan korna sesleri yükseliyor. Sinirli şoför ile göz göze geliyoruz. O basıp giderken, arabanın dumanı, Golden Gate’in sislerine dönüşüveriyor. Sisler içerisinden, tıpkı arabanın farları gibi, o çok sevdiğim rengi ile göz kırpıyor bana. Pasifik Okyanusu’nun heybetli dalgaları köprünün ayaklarına çarpıp, köpürerek kıyıya vuruyor. Havada mis gibi okyanus kokusu, dudaklarımızda havadaki tuzun tadı, yüzümüzde tatlı bir tebessüm, kıyıdan Presidio’a doğru yürüyoruz.
Sahilde, ormanın içerisinde, sokaklarda; İstanbul’da bunaldığımız yoğunluğun aksine, tam olması gereken sıklıkta insanlarla karşılaşıyoruz; tek tük. Bazen bir kadın eşofmanları ile tek başına koşusunu yapıyor, yaşlı bir çift köpeklerini gezdiriyor, bikaç genç çimlere oturmuş sohbet ediyorlar, sarı bir okul otobüsünden öğrenciler iniyor, bir adam bankta oturmuş kitabını okuyor… Bir şarkı kulağıma fısıldanıyor:
If you’re going to San Francisco
San Francisco – Scott McKenzie
You’re gonna meet some gentle people there…
O nazik insanların arasından geçerken, uzanıp bir çiçek yerleştiriyorum saçlarımın arasına…
If you’re going to San Francisco
San Francisco – Scott McKenzie
Be sure to wear some flowers in your hair…