Yağmurlu bir Ocak günü, havanın kasvetine uygun, Bob Dylan ’ın sakin şarkılarını dinlerken birden aklıma konserlerine bakmak geliyor. Araştırırken öğreniyorum ki, kendisi 1988 yılından beri “The Never Ending Tour” yani bitmeyen turneler kapsamında Dünya’nın birçok yerinde durmadan konser veriyormuş. 77 yaşında ve hala çalıp söyleyen, üreten bir ruh… 2016’da 82’sinde vefat eden Leonard Cohen geliyor sonra aklıma. Dylan gibi payidar eserler yapmış, emekçi bir yaşam. Canlı olarak göremediğime çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Dylan’ı, bu yaşayan efsaneyi kaçırmamalıyım diyerek, kendi sitesindeki turne programını inceliyorum. Yüzlerce konser.. Kim bilir kimlerin yüreğine dokunacak, hislerine tercüman olacak….
Almanya’nın Leipzig kenti gözüme çarpıyor. Daha önce hiç duymamışım. Araştırmaya başlıyorum. Bach’lar, Goethe’ler, Nietzsche’ler, Wagner’ler derken, bu minik, sanat dolu şehir ilgimi çekiyor. Ticketmaster’dan biletlerimizi alıyorum ve başlıyorum gün saymaya.
Nisan’ın 18’i oluyor ve THY’nin 08:30 uçağı ile Leipzig’e doğru yola çıkıyoruz.
Aklımda Bob Dylan: Acaba ne yapıyordur?
Kulağımda Bob Dylan:
How does it feel, how does it feel?
To have on your own, with no direction home
Like a complete unknown, like a rolling stone
Havalimanından trene binip merkez istasyonda iniyoruz. Otele doğru yürürken kuş cıvıltıları ve güneş eşlik ediyor bize. Bir süre dinlenip tekrar merkeze oradan da konserin olacağı Leipzig Arena’ya yürüyoruz. Yol boyunca dallarını göğe uzatmış, hevenk hevenk çiçek dolu ağaçlar görüyoruz. Bu akşamüstü nevbahar manzaraları konserden önce bizi büyüleyiveriyor.
Vardığımızda, konser alanında kuyruk olmuş insanları buluyoruz. Her yaştan çeşit çeşit yüz… Birkaç müzisyen kenarlarda gitar ve mızıka ile Dylan parçaları çalıyor. Gelip geçenler bakıp gülümsüyorlar. Nihayet kapılar açılıyor ve sakin bir şekilde içeri girmeye başlıyoruz. Girişteki güvenlik görevlileri uyarıyor:
“No gun, no food, no photo.”
İçerisi kocaman bir alan. Yerlerimizi bulup oturuyoruz. Etrafı izlemeye başlıyorum. Yaşları farklı, dilleri farklı, dinleri farklı ama özünde hepsi aynı 50.000’e yakın insan. Müziğin birleştirici etkisi bu olmalı işte…
Alkışlar başlıyor ve sonunda ilk önce ekip sonra Dylan sahneye çıkıyor. Hiçbir şey söylemeden şarkıya giriyor. Biri bitiyor diğeri başlıyor. Her şarkının arasında bekliyorum merakla, birkaç kelam etmesini. Fakat 2 saat boyunca tek kelime etmeden sadece şarkılarını okuyor. Sanki birtek enstrümanlar ve notalar oradaymış gibi, tek muhabbeti onlarlaymış gibi. Ama aralarındaki iletişim o kadar kuvvetli ki, çağlayıp taşıp bize kadar ulaşıyormuş gibi. Seyirciyle hiç konuşmasa da, derin mavi gözleri ile kitaplar dolusu hikayeler anlatıyormuş gibi…
You that build all the bombs
You that hide behind walls
You that hide behind desks
I just want you to know
I can see through your masks
Onun bu mistik hali, sahnenin ambiyansı, sesindeki umursamazlık ve aynı zamanda içtenlik hepimizi büyülüyor. Ben de gözlerimi kırpmadan soluksuzca izliyorum. Son şarkısını da söyleyip sahneyi öylece terk ediyorlar. Yine şaşırıyorum. Sonra alkış kıyamet kopuyor. Birkaç dakika içinde geri geliyorlar. İki şarkı daha söylüyor. Fakat bu sefer tüm seyirci sahnenin önüne doluyor. Fotoğraflar çekiyorlar, alkışlıyorlar. Sahneyi terk ettiklerinde ışıklar açılıyor. Sanki ılık yağmurlar altında uzun yürüyüşler yapmışım, sıcak bir yaz günü serin sularda yüzmüşüm, bir ağacın gölgesinde en güzel uykumu uyumuşum gibi huzurlu ve mutlu hissediyorum. Gülümseyerek çıkıyoruz dışarı.
Çıkıştaki Bob Dylan kartları, CD’leri, T-shritleri gibi “hatıralık” eşyaların olduğu tezgahta, gözüme albüm kapaklarının olduğu minik kartlar takılıyor. Her biri ayrı emek… Bir tane alıyoruz.
Otele doğru yürümeye başlıyoruz. Sonra tüm halklardan ozanlar, müzisyenler, yazarlar takılıyor peşimize. Yürüdükçe kalabalıklaşıyoruz. Gökyüzünde yıldızlar parlıyor. Havada çiçek kokuları yayılıyor.
Gülümseyerek şarkılar söylüyoruz.
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece…
Bob Dylan hakkında genel bilgi için: https://listelist.com/bob-dylan-hakkinda/
1 comment
Elif Hanım, ağzınıza emeğinize sağlık, gerçekten çok duygu yüklü ve anlamlı bir yazı olmuş. Tadı damağımızda kaldı der gibi insanın bu deneyimi tecrübe edesi geliyor. En kısa zamanda bu deneyimi yaşamak arzusu ile yazılarınızın devamını bekliyoruz…